16 Aralık 2012 Pazar

Gecikmiş bir yazı: Bodrum

Yine iki haftayı bulmuş yazmadığım. Oysa dolu dolu geçen bir iki haftaydı.
6 Aralık'ta Çağrı işinden ayrıldı ve aylar önce kampanya döneminde aldığım Bodrum biletlerimizle 7 Aralık Cuma sabahı Bodrum'a uçtuk. Haziran ayında biletleri alırken, böyle tam eski işten ayrılıp yeni işe başlayacağı döneme denk gelebileceğini düşünmemiştim tabii. Hatta nasıl izin alabileceği konusunda endişelerimiz de vardı. Ama her zaman söylediğim gibi, gezebilmek için biraz risk almak gerekiyor. Ucuz bilet buldun mu çok düşünmeden alacaksın :) Sonuç olarak ne eski ne de yeni işinden izin almasına gerek kalmadan iki günlük bir kaçamak yapmış olduk. Biletin bu tarihe denk getirilmiş olmasının nedeni Çağrı'nın yaş günü olmasıydı.
Cuma sabahı 6:30 uçağına yetişmek için evden saat 4 civarı çıkmak pek sevimli olmasa da (ucuz biletlerin en erken ve en geç uçuşlar için olması tesadüf değil) sabah 9 gibi Bodrum'da deniz kıyısında kahvaltı ediyor olmak harikaydı!

Ayağımızın tozuyla :)

Kahvaltı tabaklarımız biraz iriceydi. Etrafımızı saran kedi ve köpek ordusu porsiyonların iriliğine alışık gibiydi :) Özellikle kahvaltı edilen masalara yanaşıp dik dik bakmak ve ara ara patileriyle elimizi dürtmek suretiyle öğünümüze ortak oldular :)

Peyniri burnuyla yemiş olan kedicik

Kaynamış yumurtayı kapmak için köpeğe meydan okuyan cesur kedicik :)

Kahvaltıdan sonra otelimize yerleşip dinlenmeye çekildik. Sabah 3'te uyanmış olduğumuz için, erkenden pilimiz bitmesin diye uyumak lazımdı. Kocam güzel uyudu da ben her zamanki gibi öğlen uykusu olayını pek kıvıramadım ve beşer dakikalık kestirmelerle yetinmek durumunda kaldım :(

Uykudan sonra kendimizi sokağa attık. Endişelerimizin aksine güzel bir hava vardı. Arada bir atıştıran yağmur, muhteşem bulutlar ve güneş: güzel fotoğraflar için harika bir üçlü. Hava erken kararacağı için kültürel gezilerimizi ertesi güne bırakmaya karar verip, şehir içinde oradan oraya dolaşmakla yetindik. İki sezon Bodrum'da çalıştığım için ilk kez gelen kocama muhtemelen çok ilgisini çekmeyen "bak! burda şunu yapardık, burda bunu yapardık", "aa burda bu vardı,değişmiş" cümleleriyle süslenmiş küçük bir şehir turu yaptırdım.

Sonra, gerçekten de eskiden orda olmayan :) deniz kenarında harika manzaralı bir yer bulup günü aşağıda gördüğünüz muhteşem manzarayla batırdık.

garsona gülümserken :)

muhteşem renkler
oturduğumuz bar masasının harika manzarası

Geçmişte muhteşem kuplarını yediğim ve yürürken önünden geçtiğimiz Tarihi Yunuslar Karadeniz Pastanesi'ne bir koşu gidip, kocama küçük bir yaş günü sürprizi yaptım.


sanki benim yaş günüm :)

Planladığımızın aksine, bütün gün bir şeyler tıkındığımız için, yaş günü yemeğini ertesi güne bırakmaya karar verdik ve erkenden odamıza çekildik. Evinde televizyon olmayan bir çiftin, ev haricinde gittiği her ortamda gözünü ayırmadan televizyon izlemesi neye işaret ediyor bilmiyorum ama biz bunu hep yapıyoruz :) Otel konaklamalarımızın vazgeçilmez eğlencesi: televizyon! Biraz oyalanıp, ertesi gün çok da gecikmemek için yattık. ( Pardon gece gece McDonald's a gidip yemek yeyip dönmemizi atlamışım!)

Sabah kalkıp otelimizde kahvaltı ettikten sonra kültürel aktivitelerimizi gerçekleştirmek için kendimizi dışarı attık. İlk önce otelimizin hemen yanındaki Zeki Müren Müzesi'ni gezecektik ancak henüz müze kart almamış olduğumuz için, kale gezisinden sonra buraya geri gelmeye karar verdik. İki saat kadar, Bodrum Kalesi'ni ve içindeki Bodrum Su Altı Arkeoloji Müzesini dolaştık ve Çağrı harika fotoğraflar çekti.

Çekilen yüzlerce fotoğraftan bir kaç tanesi aşağıda.





Kalede uzunca bir süre zaman geçirdikten sonra öğle yemeğimizi yemek için Bodrum yazlarımdan bildiğim Nazik Ana'ya gittik. Kış sezonu olduğu için çeşit azdı ama yemekler her zamanki gibi lezzetliydi.

Ardından Mozole'yi ve Zeki Müren Müzesi'ni gezip dinlenmek için otelimize döndük.
Bodrum'a gelirken, Çağrı'nın yaş günü için yemek yiyebileceğimiz mekanları araştırmış ve internette güzel yorumlar okuduğum Berk Balık'ta karar kılmıştım. Otele geçerken, akşam için yer ayırtalım diye uğradık ve dolu olduğunu öğrendik. Başta biraz üzülsem de , ikinci seçenek olarak cepte tuttuğum Meyhane Evgenia'yı ve yer aldığı sokağı görünce "iyi ki yer yokmuş" dedik. Bodrum'da küçük bir Nevizade görüntüsü oluşturan, balık pazarıyla iç içe bir sürü balık lokantasının olduğu harika bir sokak olduğunu hiç bilmiyordum. Asıl şaşırtıcı olan, bu mevsimde o kadar kalabalık olmasıydı. Hem Çağrı'nın yaş günü için hem de yeni işi için güzel bir kutlama yemeği oldu :) Hatta çok sevmememe rağmen, ben bile bir duble rakı içtim kocamla birlikte :)

Bu da kısa tatilimizden son kare



Bu yemekle birlikte küçük hafta sonu kaçamağımız da sona erdi :( Sabah beşte kalkıp, yağmur ve fırtına eşliğinde yola koyulduk ve 8:10 uçağıyla evimize döndük.

Keşke böyle kısa tatillere daha sık zaman bulabilsek.

İLKE


2 Aralık 2012 Pazar

Yeni bir pazar yazısı

Bu ara yazmayı oldukça ihmal eder oldum. Bir de yazdığım günleri Pazar'a denk getirmeyi başarınca, yazılara koyacak başlık bulamaz oldum :)

Dün ofisten kızlar bana çaya geldiler. Bu aylardır planlamaya çalıştığımız ancak bir türlü tarih tutturamadığımız bir buluşmaydı. Normalde misafir ağırlayacağım zaman çok kolay menü belirlerim ama nedense bu sefer basiretim bağlandı. Son güne kadar fikir değiştirip durdum. Hatta karar vermiş olduğum menü bile, pişirme aşamasında eksik malzeme yüzünden küçük değişikliklere uğradı.

Bu sefer fotoğraflarını çekmeyi unuttum ama menü şu şekildeydi:

* Tuzlu kek (patatesli, peynirli, otlu)
* Otlu, havuçlu patates püresi
* Garnitürlü patates salatası
* Etimekli ekmek kadayıfı
* Elmalı milföy tatlısı ( Arkadaşımın şu tarifinden faydalanarak)

İki, üç ve dört numaralar sık sık yaptığım şeyler. Bir ve beşi ilk kez denedim. Güzel oldular.
Hatta bugün başka bir arkadaşım daha çaya gelecek diye hepsini biraz fazla yapmıştım. Gidip gelip yiyoruz :)

Dünden bir kare aşağıda



Bu hafta içerisinde çeşitli sebeplerle rutin öğle yemeklerinin biraz dışında yemek organizasyonlarımız oldu.

Birincisi Çarşamba günü, stajerimiz Ayça'nın geçmiş yaş gününü ve şirketteki birinci senesini kutlamak için çıktığımız öğle yemeği idi. Ofise yakın, bir kaç kez gitmiş olduğumuz ama sonradan isim değiştiren Limma'ya
gittik. Müşterilerinin tamamını çalışan insanların oluşturduğu bir mekanda toplam bir saatlik yemek saatinin 45 dakikasını sipariş bekleyerek geçirmek kötü bir deneyimdi. Üstelik, sipariş verirken, makarnamın sosunda ya da içinde kesinlikle sarımsak olmaması gerektiğini belirtmiş olmama rağmen, 45 dakikanın sonunda buram buram sarımsak kokan bir yemek almak gerçekten inanılmazdı. Yiyemeyeceğimi ilettiğimde, kapıda bizi karşılayıp siparişlerimizi alan, yetkili biri olduğunu düşündüğüm hanım, alternatif bir çözüm bile bulmaya çalışmadan "benim hatam değil" diyerek işin içinden sıyrıldı ve son beş dakika kala alelacele içtiğim çorbanın ücretini almaktan da çekinmedi. Elbette bir daha oraya gitmeyi düşünmüyorum!

Cuma günü ise yöneticimiz bizim ekibi, Arnavutköy'deki Eftelya'ya bir yıl sonu yemeğine götürdü.
Bu seferki mekan, manzara, menü ve servis açısından muazzamdı. Bir kaç ara sıcakta sarımsak durumu sorduğumu farkeden garson, kalamarımı bile bana özel sarımsaksız pişirtip getirmişti.
Fiyat skalası açısından kendi sosyal hayatımda pek geleceğim bir yer olmasa da, servisini beğendim mekanlar listeme girdi bile.

Bugün başka bir arkadaşımın daha çaya geleceğini söylemiştim. Şehir dışına çıkması gerektiği için gelemeyeceği dün gece belli oldu. Yaptığım mamalar için üzülmüş olsam da, sabah korkunç bir karın ağrısıyla uyandığım için, arkadaşımın gelmemesi isabet olmuş diye düşündüm. Zira sancıdan tepinir vaziyetteydim.
Hatta bu saatte hala devam ediyor karın ağrım. Sanırım neden kistler!
Malum planlarda şimdilik bir sonraki aya ertelendi :)

Sevgiler

İLKE

25 Kasım 2012 Pazar

Ev Halleri vs.

Son zamanlarda biraz aralıklı yazmaya başlamışım. Şimdi farkettim. Bunun sebebi önceki haftalara göre yazacak daha az şey olması değil elbette, sanırım akşamları arkama yaslanıp bir şeyler yazmaya vakit bulamamamdan.

Özel bir şey yapmamış gibi görünsek de, son  haftalar biraz yoğun geçti gibi. Zaten haftada bir gün annemle, bir gün babamla görüşüp, en az bir gün de yogaya gittiğim düşünülürse, geri kalan günlerde de bir akşam program yapsak, haftanın nasıl geçtiğini hiç anlamıyoruz bile. Bir de bu hafta olduğu gibi bazı haftalar, Cumartesi İzmit'e gidip, Pazar dönüyoruz. İşte o zaman evi toparlamaya bile vaktim kalmıyor.

Mevsim kış, günler kısa. İşten gelip, yemek hazırlayıp yedikten sonra bir iki işle ilgilensem, hemen yatma saatimiz geliyor sanki. Eskisi gibi akşamları film izlemeye bile vaktimiz kalmıyor pek.
Durum böyle olunca, düzenli olarak ev işi ve yemek yapan insanlara gıpta ediyorum. Evdeysek bizde de iyi kötü yemek pişiyor ama temizlik konusunda ne yazık ki kendimi kasamıyorum. Gerektiğinden fazla bir şey yapacak zamanım yok zira.

Geçen hafta, Pazar akşamından iki çeşit yemek yapma fikrini hayata geçirdim. Bir çok ev kadınının bu yöntemi kullanıp, tüm haftanın yemeklerini Pazar'dan yaptığını biliyorum ama beni çok cezbeden bir durum olmamıştı bu şimdiye kadar. Bunun bir kaç sebebi var. Birincisi beklemiş yemek çok sevmememiz. İkincisi üst üste aynı yemeği yemekten hoşlanmamamız. Yemek yapma alışkanlığımın çok fazla ev yemeği tarzını yansıtmaması da ayrı bir sebep.

Gel gör ki, gönül her akşam orjinal ve tek seferlik yemekler yapmayı istese de, daha işten çıkmadan bir saat önce kararmış olan havada eve gelip, bir de yaratıcı davranmak pek mümkün olamıyor. Ben de içimdeki Türk kadınını uyandırdım ve Pazar günü pişirilip dolaba konacak Etli Patates ve Patlıcan Yemeği gibi türleri yürürlüğe soktum :)

Son zamanlarda, kış nedeniyle ben işten gelmeden haftalık pazarın toplanıyor olması nedeniyle pazar alışverişi yapamaz oldum. Yani alışveriş yapabilmiş olsak, bir çeşit yemeği daha zorlayıp haftayı garantilemek isterdim ancak dolapta 3 adet patlıcandan başka bir şey bulamadım :)

Önlem almazsam, bloğumun bir ev hanımı bloğuna dönebileceğini şu an dehşetle farkettim! Bu yüzden konuyu derhal kapatıyorum :)

Uzun bir süredir yazmadığım için harika haberi verme şansım da olmamış henüz: Çağrı iş değiştiriyor!
Şimdiki işinde geçirdiği 1 yıl 9 ayın sonunda, 10 Aralık'ta yeni işine başlıyor kısmetse. Bizi en heyecanlandıran konu artık Cumartesi günleri de çalışmayacak olması. Artık hafta sonlarımızın daha dolu dolu geçmesini umuyoruz. En azından kafamıza estikçe bir yerlere kaçma ihtimalimiz olacak artık :))
Bir diğer olumlu konu da Çağrı'ya araba verecek olmaları. Hafta sonu ve tatillerde de araba bizde kalacak. Uzun bir süre arabaya ayıracak bir bütçemiz muhtemelen olmayacağı için bu iyi bir şey. Daha önce illa arabamız olması gerektiği gibi bir düşüncemin olmadığı konusunda bir şeyler yazdığımı elbette hatırlıyorum.
Ama arada hafta sonları sağa sola kaçacak olma ihtimalini seviyor olduğumu inkar etmeyeceğim:) Umarım Çağrı ve benim için bu güzel bir dönemin başlangıcı olur. Allah bize bir de bebek verirse :)

İLKE

17 Kasım 2012 Cumartesi

Not Defteri

Bir süredir blogda bebek konusundan uzaklaşmış durumdayım. Normalde haftalar inanılmaz bir hızla geçiyor gibi gelse de bu bekleme zamanları nedense hiç geçmek bilmiyor. Böyle olunca da konudan kendimi uzaklaştırmak daha iyi oluyor. Dereyi görmeden paçaları o kadar da sıvamanın alemi yok, değil mi? :)

Şimdilik olayları biraz askıya almış gibi görünsem de sakin sakin listemdeki kitapları almaya ve yavaş yavaş okumaya devam ediyorum.

Takip ettiğim anne-bebek bloglarından haberdar olduğum ve beklentilerime uyacağını düşünerek okuma listeme eklediğim kitaplar aşağıdaki gibi. Elimde olanları işaretledim. Her ay bir kaç tane alarak listeyi tamamlamaya çalışıyorum.

GEBELİK

Bebeğinizi Beklerken Sizi Neler Bekler
Hypnobirthing-Morgan Yöntemi

Gebelik dönemiyle ilgili sadece D&R'da bile onlarca kitap var. Kaynak sınırsız. Ama öğrendikten en fazla 8 ay sonra bitecek bir süreç olduğu için çok fazla abartmaya gerek yok :) Aslında internette de çok güzel siteler ve bloglar var bu konuda her türlü bilginin olduğu ama gel gör ki kitap konusunda biraz eski kafalıyım. İnternetten her şeyi okuyor olsam da illa kitaplığımda o kitaplar olacak:)
Dediğim gibi, seçenek çok fazla,"Bebeğinizi Beklerken Sizi Neler Bekler"i çok Amerikan dilinde bulan ve az resim içerdiği için okuması sıkıcı diyen arkadaşlarım var. O yüzden Türk doktorların yazmış olduğu güzel seçenekler de değerlendirilebilir. Ama ben bunu alacağım :)

Ek olarak tek almayı düşündüğüm gebelik dönemi kitabı "Hypnobirthting-Morgan Yöntemi"
Doğal doğum hayal eden kişiler için harika bir kaynak olduğu söyleniyor.

BEBEK-ÇOCUK

Bebeğinizin İlk Yılında Sizi Neler Bekler
Emzirme Sanatı
Çocuğunuzla Birlikte Büyümek*
Doğal Ebeveynlik*
Çocuğunuza Kulak Verin
Mahallenin En Mutlu Bebeği*
Bilinçli Bebek
Daha Sade Bir Hayat
İyi Uykular, Tatlı Rüyalar
Bebek Bakım Sorunlarına Mucize Çözümler
Çocuklarımıza Verdiğimiz Gizli Mesajlar*

Bebek bakımı, çocuk büyütme konularında kaynak hamilelikten milyon kez fazla. Ama bu konuda yanlış referanslar çok daha vahim sonuçlara yok açacağından, iyi araştırıp doğru karar vermek çok önemli.

Ayrıca doğum ve bebek konularıyla ilgili faydalı bulduğum içerikler de aşağıda.

http://blogcuanne.com/ilgili-yazilar/
www.babycenter.com

Fırsat buldukça bu listeleri güncelliyor olacağım.

İLKE







11 Kasım 2012 Pazar

Pazar sendromu

Oldukça yoğun geçen bir hafta sonunun ardından , yarın yine işe gidecek olmanın hüznünü yaşıyorum.
Bu Pazar sendromları insan hayatının hiç bir döneminde geçmiyor sanırım.Çalışmama ve emelilik durumları hariç tabii. Ya da insanın can atarak gideceği bir işi olsa. Var mı ki böyle bir iş? Bana, insan zevk alacağı şeyi iş edinmiş de olsa, zorunluluk yüzünden o da bir süre sonra tat vermez gibi geliyor. Neyse, yorgun kafayla derin konulara girmeyelim :)
Dediğim gibi, hafta sonu baya yoğun geçti.Cuma akşamı çat kapı Burcu ve arkadaşı Buket geldi. Sonra gece kardeşiyle birlikte kalmaya geldiler. Sabah onlarla evden çıktık ve ben Sütlaç'ın senelik aşılarını yaptırmak için Çekmeköy'e anneme gittim. Oradan koşturarak çıkıp Kadıköy'deki dişçi randevuma yetiştim. Dişçide işim bitince annemle biraz dolaşıp bana geldik.
 Bu sabah İstanbul'a taşındığımızdan beri katılmak isteyip denk getiremediğimiz Avrasya Maratonu'na katıldık Çağrı'yla :) Altunizade'den Beşiktaş'a kadar olan 8 km'lik parkuru yürüdük, Boğaz Köprüsü'nde bol bol fotoğraf çektik ve sonra motora binip evimize geri döndük. Oldukça yorucu olmakla beraber beklediğim kadar da zor olmadı yürümek.

Maratona ait bazı fotoğraflar aşağıda :)





Öğleden sonra İzmit'e dönmeden önce Burcu geldi, çay, kahve, yemek derken akşam oldu Burcu'yu servise bindirip İzmit'e uğurlamamızla birlikte hafta sonunun da sonuna geldik :( Şimdi kalan bir kaç saatimize bir kaç aktivite sığdırıp depresyonu azaltmaya çalışacağız :)

İLKE

7 Kasım 2012 Çarşamba

Haftanın ortası

Nasıl geçtiğini anlamadan haftayı ortaladık bile. Aslında Çarşamba günleri yogaya gidiyorum ama tıkanık ve aynı zamanda deli gibi akan burnumun oluşturduğu değişik kombinasyon yüzünden vazgeçtim. İkide bir burnumu çekip milletin konsantrasyonunu bozmayayım dedim.
Zaten dışarıda fena bir hava var. Kasıma kadar bahar havalarıyla gelip bir gün sonra aniden değişen havayla kışa resmen girmiş olduk. Şimdilik kalorifersiz idare ediliyor ama sanırım bir haftaya kalmaz yakmaya başlarız kombiyi.

Cumartesi günü biraz ev işi, dolap yerleştirme yaparım diyordum ama çamaşır yıkamak dışında pek bir şey yapmak istemedi canım. Bir de yemek yaptım.  Pazar günü Çağrı'yla Anadolu Kavağı'na gittik.

Ceneviz kalesi manzarası

 Uzun süredir gitmeyi istiyordum ama kısmet olmamıştı. Üsküdar'dan bir otobüse binip, Beykoz'da tekrar otobüs değiştirerek yaklaşık 2 saatte ulaştık oraya. Hava güzeldi ve ortalık turist kaynıyordu. Hatırı sayılır bir yokuş tırmanarak Ceneviz Kalesi'ne ulaştık ama burada ortam turistik bir yerden çok avam bir piknik yeri gibiydi. İnsanlar yukarı kadar arabalarıyla çıkmış üstüne bir de tam Boğaz'ın Karadeniz'le buluştuğu harika manzarada fotoğraf çekmek isteyenlerin kadrajına girecek şekilde park etmişler. Tam Türk mantığı! Zaten yolda bir sürü turist görmüş olmamıza rağmen, ortamı görüp hemen kaçmış olmalılar ki, yukarıda hiç yoktu.



Güzel bir gün oldu. Dönüşte de yine iki saate yakın süren bir otobüs yolculuğuyla eve vardık. Çağrı yine "Araba olsa ne iyi olurdu, rahat rahat gezerdik" demeye başladı :) Evet, arabamız olsa rahat ederdik mutlaka ama ben uzun yollar dışında şehir içinde arabanın çok eksikliğini çekmiyorum. Aksine sanki arabamız olursa çok bağımlı oluruz, her yere arabayla gitmek isteriz diye korkuyorum. Gerçekten de aslında toplu taşımanın oldukça yaygın olduğu büyük şehirlerde çoğu yere arabayla gitmek külfet. Özellikle karşıya geçerken deniz yolu bu kadar rahatken. Tabii Çekmeköy'e anneme ya da İzmit'e giderken, hatta hafta sonu bir yerlere kaçmak için çok iyi olur. Ama hafta içi gerekmedikçe çok tercih etmem her halde. Babamın düğün için bize aldığı ve gelin arabası yaptığımız Vosvos'u (düğünden sonra bir daha görmedik ama)satıp para ekleyerek küçük bir araba alalım diyor babam. Bakalım!

Bu arada Pazar gününden beri ütü yapmama grevi yapıyorum ve Çağrı az önce ilk gömleğini ütüledi :)

Gelişmelerle karşınızda olacağız :)

İLKE

3 Kasım 2012 Cumartesi

Cumartesi halleri

Dün akşam pek modum iyi değildi yazı yazmak için.

Bugün güneşli bir Kasım sabahına uyandım ve daha iyi hissediyorum :) Kütük gibi şişmiş bademciklerle uyanmış olmam dışında tabii. Görmezden gelmeye çalışıyorum ama akan burnum da biraz üşüttüğümü gözler önüne seriyor. Tuzlu su gargarası ve bitki çaylarıyla atlatabileceğimi düşünüyorum. Zira ilaç kullanımını en aza indirmeye çalışıyorum ve Ecopirin ve folik asit dışında hiç bir şey almıyorum çok gerekmedikçe.

Ihlamurumu demledim :)

Arefe günü tatil oldukları için, bugün tam gün çalışıyor Çağrı'nın çalıştığı şirket. Ben de yapılması gereken bir sürü işle baş başa kaldım evde. Arka arkaya makineye çamaşır atmaktan başka bir şey yapamadım henüz ama bu iyice kısalmış Kasım gününe sığdıracak çok planım var.

Öncelikle kışlıkları indirip, yazlıkları çıkaracağım. Yıkanacakları ve verilecekleri ayıracağım ve kalanları yerleştireceğim. Her sene bir sürü verilecek giysi ayırıyorum ama dolaptaki gereksiz kalabalığa hiç engel olamıyorum. Giymediğim bin tane şey çıkıyor her sene. Hayatı sadeleştirmekle ilgili okuduğum bir makalede bir kıyafeti iki sezon giymediyseniz büyük ihtimalle bir daha giymezsiniz yazıyordu. İnsan her ne kadar kıyamasa da oldukça doğru bir düşünce olduğuna katılıyorum. Ne kadar, "Kesin lazım olur giyerim" dediğim şey varsa senelerce dolapta giyilmeden beklemeye mahkum oluyor. Birazdan işe koyulacağım, bakalım ne kadarına kıyabileceğim.

Aslında bugünlerde okuduğum kitap da tam bu konuya parmak basıyor. Batılıların yaşamına ve tüketim anlayışına değin ,Afrikalı bir kabile reisinin halka yaptığı konuşmanın metni. Okurken insan gerçekten çok etkileniyor ve ne kadar gereksiz ayrıntılar içinde boğulduğunu bir kere daha farkediyor. Ancak gel gör ki modern bir toplumda yaşarken bu gereksiz şeylerin ne kadarından vazgeçebilme lüksüne sahibiz?

Göğü Delen Adam, Papalagi
Mesela bizim bir televizyonumuz yok ve sadece bu bile insanları şaşkına çevirmeye yetiyor. "Nasıl yani? TV izlemiyor musunuz? Ne yapıyorsunuz akşamları?" sorular birbirini izliyor. Halbuki bu halimizle bile kendimizi yeterince zamanı iyi değerlendiren insanlar olarak görmüyoruz. Bir de TV seyrediyor olsak şu anda yapabildiğimiz şeyleri bile yapma lüksümüz olmayacaktı. Bundan bir kaç sene önce İzmir'de 1+1 bir evde oturuyorduk annemle ve ben de otomatik olarak annemle birlikte televizyondaki tüm dizileri izliyordum. İnanılmaz bir gaflet! İnsan zamanını daha kötü kullanamaz. Neyse ki bir süre sonra kendime geldim ve bir anda dizi izlemeyi bıraktım.

Evet artık işe koyulsam iyi olacak.

Sevgiler

İLKE

Bal bizi ziyarete geldi :)



2 Kasım 2012 Cuma

Huzursuz

Aslında yazacak bir sürü şey var kafamda ama yazma gelmiyor içimden.
Havadan mıdır PMS'ten midir bilinmez.


O halde bütün hafta mırıldanıp durduğum Queen şarkısıyla günü kapayalım.
Yarın daha olumlu bir modda olup yazacağımı umuyorum :)

İLKE

29 Ekim 2012 Pazartesi

Bayramın ardından

Bugün iş yerinde nöbetçiyim :(

5 günlük bayram tatilinin ardından çekilmez bir durum. Özellikle şirketin bu bölümünde bir tek benim olduğum düşünülünce.Bir sürü acil iş birikmiş, onları halletmeye çalışıyorum. Aslında tatil olmasını fırsat bilerek daha önce zaman bulamadığım işleri hallederim diye düşünmüştüm ama pek mümkün olmayacak gibi.

Bu sene arefe günü de resmi bayrama dahil edildiği için, Çarşamba gününden itibaren Çağrı da ben de izinliydik. Çarşamba gününü evde geçirdik, temizlik, çamaşır, ütü vs işleri hallettik. Bayramın ilk günü anneme kahvaltıya gittik erkenden, öğle yemeğini de orada yedikten sonra eve uğrayıp çantamızı aldık ve Kadıköy'e babama geçtik. Akşam yemeğini de orada yiyip, 21:30 otobüsüyle İzmit'e geçtik. Bayramı orada geçirip, dün akşam eve döndük.

Tatil güzel geçti.Görmek istediğimiz hemen hemen herkesi gördük. Büyüklere bayram ziyaretleri yaptık. Cumartesi günü de arkadaşlarımızla buluştuk. Gülen'le Ercan'ın iki ay önceki düşününden beri görüşemiyorduk.

Bayramdan bazı kareler aşağıda :)

 Bayramın 3. günü sabah Seymen Sahil'de kahvaltı ettik
 Sıcak ekmek ve tereyağı

 Aynı gün arkadaşlarımızla da buluştuk

Bayram bu sene 29 Ekim'le birleştiği için bugün de tatil. Ama ben daha önce izinlerimi bitirip, bugüne ait hakkımı da kullandığım için izni bir gün erken bitirdim ve şimdi ofisteyim. Ama Çağrı evde ve muhtemelen akşama kadar oyun oynayacak :) Sabah 06:45'te bilgisayarı açtığını görünce gözlerime inanamadım. Aynı hafta sonları sabahın 6'sında çizgi film seyretmek için kalkan çocuklar gibi. Hiç bir fırsatı kaçırmıyor :))

Günlük havadisler dışında, tek değişik şey adetimi bekliyor olmam :) Daha doğrusu olup olmayacağımı;)
Sanırım haftaya bu konuda yazıyor olurum sonuca göre.

Bu akşam Cumhuriyet Bayramı kutlamaları için Bağdat Caddesi'nde olacağız. Hükümet, Cumhuriyet Bayramı yürüyüşlerini ve kutlamalarını yasakladığı için sadece baştaki partiye ait olmayan belediyelerde kutlamalar oluyor bu sene. Biz de caddeye gidiyor olacağız. Sonrasında da Zülfü Livaneli konseri var.

İLKE

24 Ekim 2012 Çarşamba

Bayram Geldi :)

Yarın kurban bayramı. Çağrı da ben de evdeyiz bugün arefe gününün resmi tatil olması nedeniyle. Uzunca bir süredir, hem ikimizde de şiddetli bel ağrısı olduğu ve açıkçası canımız da istemediği için temizlik yapmıyorduk.
Bugün kendimizi biraz zorlayarak da olsa temizlik yaptık beraber. Bizim eve bayramda gelecek kimse olmamasına rağmen adettendir dedik :)
Bu arada ay sonuna ulaşamadan maaşlarımızın neredeyse bitmesi nedeniyle, düşündüm taşındım ailelerimize giderken götürebileceğimiz süslemeli kurabiyeler yapmaya karar verdim. Kurabiye süslemeye uzun zamandır özensem de hiç el atmamıştım.
Cumartesi günü elmalı kurabiye yaparken artan hamurları çok ince açıp, kalp şeklinde kalıplar keserek minik bisküviler yapmıştım. Hatta daha da hamur artınca şu aşağıdaki elmalı tartı yaptım Çağrı'ya :) Yanındakiler de minik kalp bisküvilerim. Kapaklı bir kapta uzun bir süre muhafaza edilip, çayın ya da kahvenin yanında bir iki adet ikram edilebilir.

Elmalı mini tart ve kalp bisküviler

Neyse konuyu dağıtmayalım. Yine bu kurabiye hamurundan yoğurdum ve bir kısmını kalpli, bir kısmını büyük yuvarlak şekillerde hazırladım ki üzerine bayram mesajı yazmak kolay olsun. Bu arada kalıptan çıkınca artan hamurlardan çok fazla kaldı ve daha önce bir blogda gördüğüm gibi bir cm uzunluğunda ve genişliğinde keserek tepsinin boş yerlerine serpiştirdim. Bunları evde atıştırmak için sakladım. Geri kalanlar şu an soğuyor, süsledikten sonra-becerebilirsem tabii- fotoğraflarını çekip buraya koyacağım :)
Bu arada süsleme için daha önce markette gördüğüm Dr Oetker'in tüpte süsleme boyalarından aldım. İlk kez deneyeceğim umarım bir şeye benzerler. 
Bu arada kurabiyeleri nereye koyacağımı düşünüyordum ki evdeki yüzlerce boş altın kesesinden büyük boy ve tül olanlarını kullanabileceğimi düşündüm. Hemen yıkadım ve kuruttum. Süslemeleri yapıp kuruttuktan sonra içlerine koyacağım. Küçük kutular olsaydı iyiydi ama ayrıca para harcamak istemedim.

anaokulu faaliyeti :))

Evet sonuç yukarıda. Kurabiye süsleyenlerin önünde saygıyla eğiliyorum. Yorumsuz!

İLKE


20 Ekim 2012 Cumartesi

Doktor Doktor

En son bu yazıda ertesi gün doktora gideceğimden bahsetmiştim. Sonra hazırlıktı misafirdi derken yazmayı atlamışım.
13 Ekim'de Gazi Bey'le olan ilk randevuma gittim. Oldukça sıcak kanlı ve güler yüzlü biri olması kendimi iyi hissettirdi. Biraz konuşup benimle ilgili notlar aldıktan sonra muayeneye geçtik. Muayenede de oldukça ilgili ve dikkatliydi. Aylar önce kendiliğinden yok olan kocaman kistim, yerini "polikistik over" denen bir sürü küçük kiste bırakmış. Bu biraz moralimi bozdu ama bu konuda doktorun çok olumsuz bir tablo çizmemesi iyi geldi. Adetlerimin düzensiz olması ve mevcut kistler nedeniyle yumurtamanın olmaması ya da zamanının bilinememesi ihtimali yüksekmiş. Bu nedenle "ovulasyon testi" ya da doktor eşliğinde yumurta takibi gibi yöntemler kullanabileceğimizi anlattı. Henüz yolun çok başında olduğumuz için hiç böyle şeylerle uğraşmak istemediğimi, doğal yollardan olmazsa, bir kaç ay sonra bu yöntemlere başvurabileceğimi söyledim. O da bana hak verdi. Rahatsızlığım nedeniyle kullandığım ilaçları sordum. Ecopirin'i devamlı kullanabileceğimi, sadece 150 yerine 100 mg'ye düşürebileceğimizi, Noortopil'i özellikle ilk 3 ay kullanmamam gerektiğini, sonrasında gerekirse devam edebileceğimi söyledi.
Sonrasında tahlillerimi sorması üzerine, son bir sene içinde yaptırdığım tüm tahlilleri önüne serdim:) Tahlil konusunda portföyüm oldukça geniş :) Medipol'de daha önce verilen listeye göre çok eksiğim olmasına rağmen, elimdekileri yeterli buldu(hormon testleri, smear, tam kan sayımı, açlık kan şekeri, rubella)  ve sadece Toksoplazma testi yaptırmamı istedi. O zaten aklımdaydı ama nedense bir türlü zaman bulup yaptıramamıştım. Nasılsa gebelik başlayınca bir sürü test tekrar yapılıyor zamanı gelince. Her şeyi çok da önden yaptırmaya gerek yok. Hem ne kadar süreceği belli değil. Yapılan testler de geçerliliğini kaybedebilir.

Sonra sıra benim için en önemli konuya geldi. Her hangi bir sorun olmazsa doğal doğum yapmak istediğimi ancak aksine ikna edilmeyeceğime dair doktoruma güvenmek istediğimi anlattım. " Ben muayenede buna engel bir şey görmedim. Her hangi bir sorun olmazsa tabii ki normal doğum için tüm şartları zorlarız." dedi.
Bu konuşma içimi şimdilik rahatlattı. Henüz adama ahiret soruları sorup, tepkilerini ölçmek için çok erken olduğunu düşündüğümden, daha detaylı bir konuşmayı gebelik dönemine sakladım :) Zaten daha gitmeden bir kaç email attığım için nasıl bir şeyle karşılaşacağını aşağı yukarı tahmin etmiştir ama şimdiden gözünü daha fazla korkutmak istemedim.


Vakti gelince bu doğum planındaki bütün konuları konuşacağım. Teşekkürler Blogcu Anne! Okuduğum blogların bu konuda gerçekten çok yararı oluyor. Çoğu kişi normal doğum deyince her şeyin normal olduğunu düşünerek bu ayrıntıları dikkate bile almıyor. Ancak günümüzde normal doğumların çok azı doğal, müdahalesiz şekilde gerçekleşiyor.
Elbette kendimi çok fazla şartlayıp sonradan hayal kırıklığına uğramak istemiyorum. Nelerle karşılaşacağımızı şimdiden bilemeyiz. İşte tam da bu yüzden doktoruma ve yönlendirmelerine koşulsuz güvenmek istiyorum. O bana sezaryen yapmamız gerekiyor derse gerçekten de öyle gerektiğine inanmalıyım. Bakalım kısmetse yaşayıp göreceğiz!
İLKE



16 Ekim 2012 Salı

Sigorta sorunsalı

Daha önce bebiş için yaptığım hazırlıklardan biraz biraz bahsettim ama çok ayrıntıya giremedim sanırım.
Sigorta, hastane, doktor seçimi ve hazırlık olarak neler yaptığımı kısa kısa yazmak istiyorum. Böylece kendime de ihtiyaç duyabileceğim bir özet çıkarmış olurum.

Sigorta araştırmalarına geçen yıl Kasım ayında başlamıştım, bir sene önce yaptırılması gerektiği aniden aklıma düşünce.
Birden heyecanlanıp sigorta paketlerini vs incelemeye başladım. Yeni doğum yapan arkadaşlarıma mesaj atıp hangi sigorta şirketlerini kullandıklarını, neleri kapsadığını, memnun kalıp kalmadıklarını sordum. Bir kaçından yanıt geldi ve özellikle dikkat etmem gereken noktalar kafamda belirmeye başladı.
Sonra bir kaç sigorta şirketine email atıp teklif istedim. İlk cevap Yapı Kredi Sigortadan geldi ve çoğu konuda olduğu gibi, bunda da en erken davranan kazandı ve sonuçta bunda karar kıldım.
Ama öncesinde bir kaç yerden daha teklif aldım. Ancak asıl konu şirkete değil, poliçeye karar vermekmiş sonradan anladım. Daha önce hiç özel sağlık sigortası yaptırmamış biri olarak, özel sağlık sigortası olunca istediğin doktora, istediğin kadar gider muayene olursun diye düşünüyordum. Ayakta tedaviyi dahil etmemek gibi bir düşünce aklımda hiç yoktu. Sonra sigortacıyla görüşme yapınca, ayakta tedaviyi dahil etmenin aslında ekstra masraftan başka bir şey olmadığını farkettim. Örneğin senelik 10 adet muayene içeren bir poliçe için, içermeyene göre iki kat fazla para ödüyorsunuz ki zaten aradaki fark benim sene boyunca ücretli bir doktora verdiğim miktar kadar.
Sigorta yaptırdığınız zaman zaten anlaşmalı hastanelerde muayene ve tetkiklerinizi oldukça indirimli bir şekilde yaptırabiliyorsunuz zaten. Daha da kötüsü, sigorta olayı hasarsızlık esasına dayandığı için, kullandığınız her muayene hakkı hasar olarak görülüyor ve bir sonraki sene için ek prim talebine yol açabiliyor. Eğer muayene haklarınızı kullanmazsanız, yenilemede indirim yapıyorlar bir miktar. Önceki hastalıkların hiç biri sigorta kapsamına alınmıyor. Tüm bunlar bir araya gelince, sigortanın çok da büyük bir rahatlık olmadığını iyice kavrayıp , olayı hiç abartmadan sadece doğum teminatını kapsayacak şekilde minimum tutarda bir poliçe almaya karar verdim. Normalde insanların YKS'yi seçmesindeki en büyük nedenlerden biri de "Yapı Kredi Sigorta Bebeği" denen uygulama. Diğer firmalarda doğan bebek bir kaç hafta sonra kapsam altına alınırken, burada doğar doğmaz poliçeye ekleniyor ve doğuştan gelen hastalıklar da dahil ediliyor. Ancak sonra, bebeğin doğar doğmaz kapsama alınması için ayakta tedavinin dahil edilmesinin gerektiğini öğrendim. Çünkü bebek annenin poliçesinin aynısını alabiliyor. Dolayısı ile en basit poliçe tezimi daha da güçlendirmiş olup, bebeği doğduğunda sigorta ettirmekten de bu şekilde vazgeçtim.
Yaptırabilsek tabii ki çok iyi olurdu, Allak korusun her şey olabilir, ama ne yazık ki, riskleri öngörüp çözüm arama lüksünü sağlayacak kadar kazancımız yok. Şu anda bebek kararı vermiş olmamız bile yeterince cesaret istiyor, para durumumuz göz önüne alınırsa:)
Bunları düşününce, acaba hiç sigorta yaptırmasam mı diye bile aklımdan geçti. Ancak sonradan pişman olmama için yaptırdım gitti. Pekala SGK anlaşması olan bir özel hastanede de farkını ödeyip doğum yapabilirdim ama büyük bir ihtimalle sigorta yaptırmamış olsaydık, o parayı biriktirmemiz mümkün olmazdı.
Sonuç olarak ilk sene sadece doğum teminatını başlatmaya yarayacak,içinde hiç bir şeyin olmadığı bir poliçe satın aldım. Bu Aralık ayında yenilerken, içine 3500 TL doğum teminatından başka bir şey koydurmayacağım.
İş yerinden de 3000 TL teminatlı ve YKS'ya ait bir poliçem var. İkisini birlikte kullanınca fazla fazla yeteceğini düşünüyorum.
Şu anda, doğum teminatının başlaması için gerekli olan bir senelik bekleme süremizin bitmesine 2 ay kadar kaldı. Bir süreyi doldurmayı beklemeden, önümüzdeki ay çalışmalara başlayacağız kısmetse.

Hastane ve hazırlıklarla ilgili daha sonra yazacağım.

İLKE


14 Ekim 2012 Pazar

Güzel bir pazar günü

Yılbaşı gecesinden on ay sonra ilk kez tüm aile tekrar bizim evde toplantı bugün. Çok keyifli bir gün geçirdik.
Yarın Gülgün annemin yaş günü olması vesilesiyle ona küçük bir de sürpriz yapmış olduk :)

 Tüm aile bir arada :)
 Sürpriz yaş günü :)
Ellerimle yaptım

Çook yorgun olduğumuz için bu akşam erken yatacağız ki yarın haftaya biraz dinlenmiş başlayabilelim.
Hafta sonuyla ilgili diğer ayrıntıları - özellikle doktor ziyaretim- yarın yazacağım.

İLKE

12 Ekim 2012 Cuma

Bu hafta da böyle geçti

Az önce yayınladığım yazıyı aslında Pazartesi günü yazmıştım ama tatlımın fotoğrafını çekemeyince, taslaklarda kalmış :) Bu durumda arka arkaya iki yazı yayınlamış olacağım.

Salı akşamki hamburger gecemizden bir kare

Bu haftanın da nasıl geçtiğini hiç anlamadım. Pazartesi ve Salı hariç, hafta sonuna kadar her gün bir şeyler var planlı. Bütün hafta yemek bile pişirmedim doğru düzgün. Hatta Salı akşamı bir kaçamak yapıp kocama "Hamburger Gecesi" organize ettim:) Filmin karşısında afiyetle yedik.

 Geçen hafta gidemediğimiz için, Çarşamba akşamı babama gittik. Perşembe akşamı Yeliz'lerle beraber "Pandaların Hikayesi" adlı oyunu izlemeye gittik Oyun Atölyesi'ne.
Bugün aylar sonra eve temizlikçi aldık. Evde olmadığımız için annem gelip eşlik etti temizlikçiye. Hızını alamamış evde ne kadar perde, kilim, masa örtüsü varsa makineye atıp yıkamış sağolsun :) Su uyur, annelik güdüleri uyumaz :)

Hafta sonumuz da oldukça hareketli geçecek. Yarın sabah doktor randevum var, Pazar günü Çağrı'nın ailesi geleceği için, yarın yemek yapmakla geçecek, zira akşam Çağrı'nın iş arkadaşlarıyla fasıla gidiyoruz. Artık gece kaçta geliriz bilmem ama sabahında annemleri ağırlıyor olacağız :)

Pazar günü, kahvaltı, öğle yemeği ve akşam yemeği olmak üzere üç öğün hazırlıyor olacağım. Kahvaltı kolay, öğleden sonra, aynı zamanda ertesi gün kayınvalidemin yaşgünü olduğu için pasta börek tarzı çay saati hazırlayacağım ancak akşam yemeği menüsünü kafamda henüz oturtmuş değilim.

Aslında şu saatlerde mutfakta hazırlıklara ucundan başlamış olmam bile gerekiyordu. Zira yarın akşam fasıla gidene kadar, doktor, alışveriş, kuaför ve tüm yemekleri yapmak gibi küçük! işlerim var.
Misafir ağırladığımda onların yanında mutfağa kapanıp haldır haldır hazırlık yapmayı hiç sevmiyorum. Bu yüzden elimden geldiğinde ön hazırlıkları yapmış, mümkünse sadece pişirme kısmını sona bırakmış olmayı tercih ediyorum. Tüm gün kalacak misafir geldiğinde de bu hazırlıkları bir gün öncesinden yapmış olmak gerekiyor ki onlarla daha fazla vakit geçirebileyim. Sevgili kocam ailesinin geleceği sabahın gecesinde fasıl ayarlamamış olsaydı işim belki daha kolay olurdu :) Ama sorun değil. Misafir ağırlamayı seviyorum ve yarın  herşeyi çabucak halletmiş olacağım, kendime güveniyorum :)

Bu arada, uzun zamandır beklenen doktor randevusu geldi çattı. Yarın sabah 9:20'de randevum var Gazi Bey'le. Tüm testlerimi, sonuçlarımı topladım, hazırlıklarımı yaptım gidiyorum. Umarım iyi bir elektrik alırım. Gülşah, ulaşımı kolay bir hastane seçmenin öneminden bahsetti geçen gün ve ağırlaştığımda otobüse binmek istemeyeceğimi, muhtemelen Yeditepe'ye gitmek için çok taksi parası vermem gerekeceğini söyledi. Bu yüzden doktoru sevmez gibi olursam hemen soluğu daha yakın bir yerde alabilirim :) Zaten daha yolun çok başındayız, fikirler bir çok kere değişebilir. Yaşayıp göreceğiz.

Bugün biraz kısa kesmek durumundayım. Daha fazla uyuşukluk yapmadan mutfağa geçeyim artık :)

İLKE

Yazın son günü...

Pazartesi gününden beri, ekmek kadayıfımın resmini çekemediğim için, yazıyı yayınlayamamışım :)
Biraz geç oldu ama, buyrun...




Teyzem Didim'den Almanya'ya dönmeden önce bir iki gün geçirmek için dün İstanbul'a geldi. Dün annemin evinde birlikteydik. Bugün de hep beraber Küçüksu, Anadolu Hisarı, Kanlıca, Kuzguncuk gezdik. Şansımıza hava da çok güzeldi. Güzel bir gün oldu. Bu arada uzun zamandır adını duyduğum ama gitmeye fırsat bulamadığımız Sabancı Öğretmen Evi'ni de görmüş olduk. Muhteşem boğaz manzarasında, gayet uygun fiyatlarla bir şeyler yiyip içmek mümkün. Ayrıca restoran kısmı da var ki, bence deniz kıyısında hoş bir akşam yemeği için oldukça ekonomik bir seçenek.




Hem Cumartesi hem Pazar günlerini dışarıda geçirince, en sevdiğim Pazar günü aktivitelerim de sekteye uğramış oldu. Akşam yorgun argın döndükten sonra, yemek ve ütü işlerine giriştim.
Hayatımda ilk kez kara lahana sarması pişirdim ama pek iyi oldu mu emin değilim. Sanırım sarmadan önce lahanaları biraz daha fazla haşlamam gerekiyordu.

İşte burada :)


Ayrıca, kocişimi memnun etmek için bir de etimekten kaymaklı ekmek kadayıfı yaptım.

İşte o da burada :)

fotoğrafını çekemeden bitti...

Bu arada, ne zamandır almayı planladığımız perdeleri almak için, dün annemden dönerken Ikea'ya uğradık ama rafta iki paket kalmış olduğu için elimiz boş döndük :( Hafta içi tekrar gitmemiz gerekecek sanırım.

Perşembe, Cuma evden çalışıp, toplam 4 gün işe gitmediğim için, yarın işe gidecek olmak çok gözümde büyüyor. Ama kaçınılmaz gerçekle yüzleşmenin vakti geldi.

Eğer bir terslik olmazsa, önümüzdeki Cumartesi günü doktora gideceğim sonunda. Tüm eski test sonuçlarımı hazırladım, günün gelmesini bekliyorum: Umarım her şey yolunda gider ve önümüzdeki ay çalışmalara başlamamıza bir engel çıkmaz. Rahatsızlığım ortaya çıkıp, ilaç kullanmaya başladığımdan beri, bebek konusunda temkinli davranmaya çalışıyordum ama çok başarılı olamadım ne yazık ki. Kafamda farklı adet tarihlerine göre ovulasyon günlerimi hesaplayıp duruyorum. Hatta işi oldukça abartıp Çağrı'ya "Ailelerimize ne şekilde söylesek? Keşke yılbaşında yaptığımız gibi, onları bizim evde yemeğe toplayabilsek ve hep beraberken haber versek ne güzel olur! " tarzı şeyler söylemeye başladım ki, uzun süredir bu konulara yorumsuz kalmayı tercih eden kocam, "Aşkım bu kadar plan yapmasak olur mu? " şeklinde tepkisini göstermek zorunda kaldı:)
İtiraf etmek gerekirse, gebelik öncesiyle ilgili okuyabileceğim her şeyi okuduğum, hafta hafta gebelik yazılarını ve bloglardaki bebek bakım sorunlarına çözüm yazılarını da daha fazla okumakta bir anlam bulamadığım için ben de az biraz sıkılmış durumdayım. En iyisi karar vermiş olduğum gibi her şeyi akışına bırakmak sanırım. Zamanı gelince bunlara da sıra gelecek :)

İLKE




5 Ekim 2012 Cuma

Yine Cuma oldu...




Blog yazmaya başladığımdan beri en uzun aramı vermişim Pazartesi gününden beri :)
Yoğun bir hafta oldu sayılır, kafamı toplayıp yazacak zaman bulamadım.
Bu arada bu haftayla ilgili en büyük gelişme, sonunda yogaya başlamış olmam.
Bir baktım, yoga hocasıyla en son 7 ay önce yazışmışım :) Yine bir sürü soru sorup kadının vaktini aldıktan sonra "haftaya giderim artık" diye düşünürken, hocanın, "yarın akşam görüşürüz" demesiyle kendime geldim ve daha fazla beklemenin bir nedeni olmadığına karar vererek, Çarşamba akşamı vurdum kendimi Cihangir Yoga yollarına :)
"Kendimi harika hissettim, Çok rahatladım, Üçüncü gözüm açıldı" geyikleri yapmayacağım tabii (orada öyle söyleyen ve yeni başlamış kişiler vardı) Oldukça zorlandığımı söyleyebilirim. Geceleri uyumaya çalışırken bile aklımı Çağrı'nın nefesine takıp,kendi nefesimi kaçırabilen ben, hocanın verdiği nefes komutlarına uyabilmek şöyle dursun, nefes alamaz hale geldim akşamın sonunda. Umarım kısa bir süre sonra nefes, hareket dengesini sağlamayı başarabilirim.
Bu arada üşenmeyip haftada en az iki kere mutlaka gitmeliyim ki bir önce faydasını görmeye başlayayım.

****

Ay başında beklediğim reglim bir kaç gün gecikti ve oldukça sancılı geldi bu sefer. İki gündür evden çalışıyorum, işe gidemediğim için.
Evden çalışmak her zaman hayalini kurduğum şey olsa da, gerçek hayatta çok da pratik bir şey değil aslında.
Ne kadar yorucu olursa olsun evden çıkıp farklı bir ortama girmek insanın enerjisini yükseltiyor en başta.
Havan değişiyor, biraz insan görüyorsun, sohbet ediyorsun. En azından üstüne düzgün bir şeyler giymiş, saçını toplamış oluyorsun ki evdeyken durum baya kötü oluyor :)İşe konsantre olma açısından da ofis ortamının daha iyi olduğunu söylüyor çok kişi ama ben bunun sıkıntısını yaşamıyorum. Aksine evdeyken, işte olduğumdan daha konsantre olmuş bir şekilde çalışıyorum. Hatta iş yerindeki insanlara yanlış izlenim vermemek için yerimden bile pek kalkmıyorum diyebilirim.
Sabah sekizde bilgisayarı açıp, öğlen ara da vermediğimi düşünürsek iki saat kadar fazla çalışmış oluyorum otomatik olarak.
Bunların dışında, evinin rahatlığında, müziğini açmış, ayaklarını uzatmış bir şekilde çalışmak ve en güzeli bilgisayarı kapatır kapatmaz evde olmak paha biçilemez :)
Daha önce işten ayrılıp, yeni iş aradığım için evde oturduğum bir kaç haftalık zaman dilimlerinde de acı bir şekilde tecrübe etmiştim ki ev insanın enerjisini tüketiyor. Çalışırken evde daha fazla vakit geçirebilmenin, kendine vakit ayırabilmenin hayalini kuruyoruz ama evde olabildiğimiz zamanlarda işe yarar hiç bir şey yapacak enerjiyi bulamıyoruz kendimizde. İşe giden insanın kesinlikle daha çok işi daha hızlı bir şekilde yapabilme kabiliyeti oluyor. Evde oturmaya başlayınca insan anında körelmeye başlıyor, en küçük şeyler gözünde büyümeye başlıyor. Anneme çok gülerim, yapacağı bir tane işi tüm güne maleder ve örneğin bir şey teklif ettiğinizde, " Bugün yapamam bugün çıkıp faturaları yatıracağım" diye bir cevap verir :)
Halbuki çalışan bir insanın ajandasında bir gün için, iş harici en az 10 kalem yapılacak şey vardır.
Çocuğum olunca onu uzunca bir süre emzirebilmek ve yanında olabilmek için evden çalışıyor olabilmeyi çok isterdim ama bu olumsuzluklar da gözümü korkutmuyor değil.
Dün bütün gün evde tek başıma oturup çalıştım ve akşam tam bir çaçeron ev kadınına dönüşmüştüm :)
Bütün akşam Çağrı'ya "Bana yardım etmiyorsun, hiç bir şeyi görmüyorsun" diye bağırıp durdum.
Bu hallerim beni bile korkutuyor, o ne düşünüyordur kim bilir.

Görüşmek üzere...

İLKE

1 Ekim 2012 Pazartesi

Bir pazar da böyle geçti

ÖLÜM YASASINA HAYIR!

Bütün hafta gider miyiz gitmez miyiz diye düşünüp durduktan sonra, Pazar günü Taksim'de ve Türkiye'de bir çok şehirde eş zamanlı olarak gerçekleştirilen "Ölüm Yasasına Hayır!" eylemine katıldık annem ve Çağrı'yla beraber.
Gitmeseydim kendimi gerçekten kötü hissedecektim.



Bu kadar kalabalık olacağını sanırım düzenleyen sivil toplum örgütleri bile düşünmüyordu. On binlerce kişi vardı dün Taksim'de, o saçma sapan hayvan koruma yasasına karşı çıkmak isteyen.
Artık bu ülkede olan hiç bir şeye şaşırmam desem de, böyle bir yasanın çıkabileceği düşüncesi insanın tüylerini diken diken ediyor.



Umarım işe yarar ve o iki yasa tasarısı geri çekilir. Bekleyip göreceğiz.

Ana habere de çıkmışız :) Videosu burada

EN SEVDİĞİM PAZAR AKTİVİTESİ: EV İŞLERİ!!!

Pazar günü böyle geçince, ev işleri de normal olarak yalan oldu :( Hafta içi zaten insanın canı hiç bir şeye dokunmak istemiyor. Cumartesi orada burada derken, geriye bir tek Pazar günü kalıyor çamaşır, temizlik, yemek, ütü işlerini halledecek. Büyük zaman kaybı! Temizlikçiyle sorun yaşayıp ilişkiyi kestikten sonra, paranın yetmemesini bahane ederek bir süre kendi kendimize idare edebileceğimiz yanılgısına düştük. Bir süre işler yolunda gitti ama sonra içinden çıkılmaz bir hale geldi beklenildiği gibi.
Evi süpürüp silmek bir derece de, iş ne yazık ki bunlarla bitmiyor. Aylar geçtikçe silinmeyen camlar, koltuklar, halılar göze batmaya başlıyor. Zaten hiç bir zaman ev işi seven bir insan olmadım, olanlara da çok şaşırmışımdır acaba başka yapacak bir şey mi bulamıyorlar diye. E tabii saygı göstermek lazım. Herkesin kendini deşarj etme yöntemi farklı. Benim yemek yapmayı çok sevmeme de anlam veremeyenler var ne de olsa. Hani anneler evi bir gün süpürmeseler, çok pis olduğunu iddia ederler ya. Ben hiç bir zaman o anne olmayacağım, bunu çok iyi biliyorum :) Değil iki gün, haftada bir kere süpürmeye vakit bulabildiğimiz evimiz bile, üşengeçlik aşkına bize gayet yaşanılabilir geliyor :) Mutfak ve banyoyu konunun dışında tutmak gerek tabii. Bu ikisinin pisine ben bile dayanamıyorum.
Uzun lafın kısası, aylardır tasarruf ettiğimizi yanımıza kar sayarak en kısa zamanda evimizi profesyonel ellere emanet etmenin vakti geldi de geçiyor bile :)

GENETİK MİRAS

Bir "Genetik Miras" lafıdır gidiyor. Ne kadar sağlıklı yaşamaya çalışırsak çalışalım, ebeveynlerimizin, büyük anne ve büyük babalarımızın ve hatta yüzlerini bile görmediğimiz daha da büyük anne ve büyük babalarımızın sahip oldukları hastalıklara aday olmamız haksızlık değil mi? Her ne kadar kendine iyi bakarak, doğal beslenerek, spor yaparak, vesvese ve stresten uzak durarak riskleri minimuma indirebileceğimiz söylense de, günümüz koşullarında bunu nasıl başarabileceğimiz de merak konusu.

Bu haftasonu yaptığım bir diğer aktivite de, haftaya Cumartesi gideceğim doktor randevuma hazırlık mahiyetinde, aile sağlık öyküsü çıkarmak oldu. Biraz pişman olmadım desem yalan olur. Hem Çağrı'nın hem de benim anne ve baba taraflarımızda olmak üzere, dört bir yandan şeker, kalp, yüksek tansiyonla çevrilmiş olmamız biraz ürkütücü. Bunların yanında Akdeniz anemisi, astım, damar tıkanıklığı gibi çeşitler de mevcut. Ne yazık ki günümüzde oldukça sık rastlanan hastalıklar olsalar da, kendimize daha fazla dikkat etmemiz gerçeğini değiştirmiyor.

Tüm bunlar bir senedir dilime pelesenk olmuş olan "Yogaya başlamam lazım" cümlesini tekrar anmama vesile oldu. Hem gevşemeyi öğrenebilmek, hem bilimum boyun, sırt, bel ağrılarıma çözüm bulabilmek hem de kendimi normal doğuma hazırlayabilmek için bir önce bu planı hayata geçirmem gerekiyor.

Bakalım genetik dezavantajlar, ataletimi yenmeme yardımcı olabilecek mi?

İLKE

30 Eylül 2012 Pazar

Cumartesi halleri ve yeni planlar

Hafta sonumuzun ilk günü aile ziyaretiyle geçti.
Hafta içinde görüşmeye zaman yaratamadığımız zaman, Çağrı'nın da işte olmasını fırsat bilerek, kahvaltıya anneme gitmeye çalışıyorum. Hem baş başa vakit geçirmiş oluyoruz, hem de Sütlaç'ımı görmüş oluyorum.
Bu sabah yine kalkıp, Çekmeköy'ün yolunu tuttum. Akşam üzeri, Çağrı da işten çıkıp oraya geldi. Duvara monte edilecek bir raf vardı. Gelmişken onu da halletti. Sonra oradan çıkıp, Kadıköy'e babama gittik. Dolayısı ile tüm ailesel aktivitelerimizi bir güne sığdırmış olduk:)
Annem yanımızdan taşındıktan sonra eksik kalan bir sürü şey alınmış olsa bile, henüz vakit ve para ayıramadığımız çok şey vardı. Bunun yanında, 45 günde evlilik tarihine karar verip, gün alıp, gelinlikten mobilyaya kadar her şeyi halletmiş olduğumuz için, evin dekorasyonuyla ilgili de çok kafa yoramamıştık.Ana hatlarıyla, bizi mutlu eden, huzur veren bir evimiz var ama küçük dokunuşlarla onu daha da bize özel hale getirmenin hayalini kuruyoruz ne zamandır. Ancak genellikle ayın sonunu zor getirdiğimiz için, sürekli ertelemek zorunda kalıyorduk.
Mutfak masası, sandalyeler, duvar rafları, yeni perdeler (eskiler olduğu gibi içeriyi gösteriyor) ve bazı dekoratif malzemeler uzun zamandır listemizdeydi. Bugün babama gittiğimizde evin beş masasından ikisinin yok olmasının pek de eksiklik yaratmayacağını düşünerek ve yanına iki de mutfak sandalyesi katarak eve getirdik:) Biri mutfağa, biri de balkona. En azından listeden bir şeyleri bu şekilde elemiş olduk :)
Mutfakta geçici olarak kullandığımız bilgisayar masasını (!) da salona alarak, kocamı koltuk kenarında oyun oynamaktan kurtardık :)
Geçen hafta annemle İkea'ya gittiğimizde bu perdeleri beğenmiştik. Salonumda mor, beyaz ve gri renkler olduğu için bu perdenin renkleri genele uyum sağlar, salonda desenli başka hiç bir şey olmadığı için de ortama  hareket katar diye düşündüm. Hatta perde uzun geleceği için, kestirince artan kumaşlardan da minder kılıfı, runner, masa örtüsü vs yaptıracağım. Şimdi kredi kartının kesilmesini bekliyorum. Ay başında hemen alacağız.
Perdelerin değişmesi mahremiyet sorunumuza çözüm olacak olmasının yanında, "ne yapsam da bu salona hareket katsam?" dürtümü de büyük ölçüde tatmin edecek gibi görünüyor :)Sonra sıra duvara asacak çerçevelere ve küçük objelere gelecek. Çok hevesleniyorum :)

İLKE


28 Eylül 2012 Cuma

Hazırlıklara devam

Merhaba!

Bebiş planlarını bir ay öne çektiğimizi geçtiğimiz günlerde paylaşmıştım sanırım.
Yani bir kaç gün sonra gelecek olan adetimden sonra bir adet dönemimiz daha kaldı denemeler için :)
Sigorta yaptırıp, 1 seneden geriye saymaya başladığımız günler dün gibi. Bu kadar çabuk geçtiğine gerçekten inanamıyorum.  Bir senedir full hazırlık içinde olsam da, eksik kalan bazı testler vardı. Hem testleri yaptırmak, hem kist tekrar hortlamış mı baktırmak hem de şu damar problemimi danışmak için randevu almaya karar verdim ve hastaneyi aradım.Ne öğrendim dersiniz? Doktorum doğum iznine çıkmış! Kadıncağızın hamile olduğunu bile farkında değildim. Ona devam edeceğim konusunda o kadar kararlıydım ki, bir an ne yapsam bilemedim. Önce, daha önce Medipol'de gittiğim doktora gitmeyi düşündüm. Gebeliği onunla sürdürmesem bile en azından bir kontrolden geçerdim. Ama sonra, Aslı Hanım'ı arayıp tavsiyesini  almaya karar verdim. Hem, hastalarını özellikle yönlendirdiği bir doktor vardı belki. Arayıp tebrik ettim ve doğum izninde bana kimi tavsiye edebileceğini sordum. Farklı isimler saydı ve hepsini deneyebileceğimi söyledi, hatta kendisinden önce aynı hastanede gittiğim doktorun ismini söyledi ki, nasıl hatırladığına baya şaşırdım. Ama ben, bir ay sonra gebelik düşünüyoruz ve özellikle normal doğumu destekleyen bir doktor istiyoruz deyince, "O zaman mutlaka Gazi Bey'e gitmelisiniz" dedi. "Normal doğumu destekleyen doktor" diye bir kavram olması ve emrivaki sezaryen yapmak istemeyen kadınların fellik fellik bu doktorları araması oldukça şaşırtıcı bir şey olsa gerek farklı bir ülkede. Bizim bu kadar kanıksamış olmamız daha mı şaşırtıcı acaba? Zaten zor olan hamilelik sürecinde, doktorlarla normal doğum inatlaşması yapmak zorunda olmak, ne kadar boşa harcanan bir enerji.
Neyse, sonuçta internette kısa bir araştırma yapıp güzel yorumlarla karşılaşınca, Gazi Bey'e bir email atıp durumumu özetlemeye karar verdim. Yorumlardan birinde atılan maillere anında cevap verdiği yazıyordu.  Gerçekten de tam bir dakika sonra, şu anda şehir dışında kongrede olduğunu ama beni önümüzdeki hafta tüm testlerimle birlikte beklediğini söyleyen mailini aldım:) Haftaya cumartesiye randevu aldım. Umarım iyi geçer. Bu seferki diğer gittiğim muayenelerden farklı olacak zira. Gebelik öncesi muayene denen randevuda detaylı bir muayene yapılıyor ve genetik olarak taşınan riskleri bilmek için hem kadın ve erkeğin hem de onların ailelerinin sağlık öyküleri isteniyor. Haftaya bütün test sonuçlarımı bir araya getirip, dersimi de iyice çalışıp öyle gideceğim doktora:) Hatta sormam gereken soruları biraz daha araştırayım bloglardan. Doktordan çıktıktan sonra kendi kendime, keşke bunu da sorsaydım, şunu da söyleseydim demekten nefret ediyorum.

Devam edecek...:)

İLKE

26 Eylül 2012 Çarşamba

Planlar, planlar, planlar....

Beni bilenler bilir. Hayatım bir şeylerin planını, programını yaparak geçer.
Biliyorum  hayatı biraz da spontan yaşamak gerekiyor. Biliyorum etraf bu kadar plansız insanla doluyken, planlı olmaya çalışmak çok zor ve pek de işe yaramıyor. Biliyorum bu kadar çok plan yapınca, hayal kırıklığına uğrama ihtimali de o kadar artıyor.Ama genel olarak planlı bir insan olmanın, zarardan çok yararını gördüm diyebilirim.
Tabi şöyle bir şey de var, bu kadar plan program yapmayı seven biri olarak, yaptığın planların ne kadarına uyabiliyorsun diye sorarsanız, orada durum her zaman çok iç açıcı olamıyor tabii ki.
Gündelik işleri planlı olarak yapmaya gelince her şey harika ama iş uzun vadeli programlara gelince her zaman dikiş tutturulamayabiliyor.
Burada anlatmış olduğum gibi, her sene kendime harika bir aktivite listesi hazırlarım ama kişisel ataletimi yenemediğim için planlar hep bir başka bahara kalır.
Ama bunun yanında, hayata bir şeyleri organize etmek için gelmişim desem çok da abartı olmaz. Nerede arkadaş toplanması, yemek, organizasyon var benim başımın altından çıkar. Ya da ortak yapılan bir planda, kendimi birden tek başıma organizasyon yaparken bulduğum da olur. (oldukça sık!) Ben kendimi bu kadar antisosyal görüyorken, insanların gözünde sürekli aktif bir insan portresi çizebiliyor olmam benim mi çok tatminsiz olduğumu gösteriyor yoksa çevremdeki insanlar mı çok antisosyal bazen ben bile karar veremiyorum. Mesela ben kocama artık hiç gezemediğimizden, çok eve kapandığımızdan şikayet ederken, yolda karşılaştığım biri, "Ne kadar çok geziyorsunuz! Takip ediyoruz face'ten" diyebiliyor.
Demek ki benim de renkli bir hayat yaşıyor olmalarına gıpta ettiğim, sürekli sosyal ortamlarda ya da seyahat ederken fotoğraflarını paylaşan kişiler de, kendilerini pasif ve yaşadıkları hayatı yetersiz görüyor olabilirler.
Neyse, konuyu çok dağıttım sanırım toparlayamayacağım :)
Kısa kesip, adet olduğu üzere "geleneksel bu sene yapmak istediğim şeyler listem"i ortaya dökeyim.

Yogaya ve pilatese başlamak (altı ay önce haftalık program çıkarıp, hocayla yazışmıştım ve haftalarca yoga çantam ofiste kaldı )
İsmek kurslarından birine yazılmak. ( Bir aydır tek yaptığım siteye bakıp kursları incelemek oldu)
Görme engelliler kitaplığında kitap kaydı yapmak. ( Bu benim suçum değil. Mailime cevap vermediler:( )
Blog yazmaya başlamak (heyoo heyoo! Bunu yaptım)
Aylık kültür sanat ajandası çıkarıp, her ay en az bir tiyatro, konser vs. izlemek/dinlemek.(her şeyin başı kısmet)
Bebiş gelmeden önce, tüm gerekli kitapları okumak.

Bu liste uzayıp gider ama daha fazla abartmaya da gerek yok değil mi? :)

İLKE

Bebiş planına aylar kala...

Daha bebiş denemelerine bile başlamadan, gebelik günlüğü tutmaya başlayan kaç kadın vardır acaba?
Ama benim için, 29 yaşında ve evliyken bunu yapıyor olmak hiç şaşırtıcı değil.
Zira 7 yaşımda, okumayı henüz sökmüşken evdeki sağlık ansiklopedisinin, gebelik ve doğumla ilgili cildini hatmettiğimi çok net hatırlıyorum. Yaşıtlarım muhtemelen "Ayşegül" serisi okurken, benim "Gebelik ve Doğum Ansiklopedisi" ve "Annenin Kitabı"nı okuyor olmam biraz ürkütücü değil mi?
Büyüyüp yetişkin bir kadın olduktan sonra da genel olarak gebelik sürecine ve bebeklere ilgim hep devam etti. Tamam itiraf ediyorum, gün içinde yanımdan kaç karnı burnunda kadın geçtiğini söyleyebiliyor, hatta bundan bahsederken bile gözlerimin dolmasına engel olamıyor olabilirim. Hem de çok duygusal bir tip olmamama rağmen! Bunun bilimsel açıklaması tam olarak nedir bilmiyorum ama sanırım annelik hislerim, hormonlarım fazlaca mevcut.
Hal böyle olunca evlendikten sonra, öncekinden daha normal duracağına güvenerek, saldırdım bloglara, saldırdım kitaplara :) Çevremde bebek planlayan çoğu kişinin konuyla ilgili fazlaca bilgisi olmaması beni küçük çapta bir bilirkişi haline getirdi. Hamile olmayanlar muhtemelen" başka işi mi yok acaba" deyip geçiyorken, bebek bekleyen ve bebeği olan arkadaşlarıma, 5 çocuk büyütmüş edasıyla bir şeyler anlatıp duruyor olmam gerçekten çok itici olmalı :)Allah'tan beni seviyorlar da, hoşgörüyorlar.
Sevgiliyken, ilk zamanlar 32 yaşımıza gelince bebek yaparız diyorken, zaman geçtikçe "2013'te yapsak da olur aslında" gibi cümleler benden sıkça duyulur oldu :) Çağrı, başlarda sessiz kalarak durumu idare etmeye çalışıyordu sanırım. Ama sonra eve kucak kucak kitaplarla dönüyor olmam ve blob blog gezip, gebelik günlüğü okuyor olmam onu biraz ürküttü. "Kendini bu kadar kaptırmasan diyorum" tarzı uyarılarla olayın önünü alamayacağını anlayınca, sessiz kalma stratejisine geri döndü. Ya da kendi halime bırakıp geçmesini beklemek istemiş de olabilir :)
Ama 2011 sonlarına doğru birden bire ivme kazanan gazımın elbetteki bir sebebi vardı: Birden bire aklıma gelen ve "Ben bunu nasıl unuttum?" dedirten sağlık sigortası konusu.
Kendi kendime 2013'te bebek yapmaya karar verdikten sonra aniden 2011 Aralık ayında olduğumuzu farketmem ve özel sağlık sigortasını 1 sene önceden başlatmam gerektiğinin aklıma gelmesi beni oldukça yoğun bir araştırmanın içine soktu. İnternetten sigorta şirketlerini incelemeler, bloglardan tavsiyeler okumalar, şirketlerle görüşmeler yapıp teklifler almalar, bu arada anlaşmalı oldukları hastaneleri incelemeler, e bari bloglara göz atmaya başlamışken biraz doğum hikayeleri okumalar...derken kendimi tam anlamıyla hamilelik moduna soktum erkenden :) Sonrası malum, 10 aydır bu moddayım. Hatta gebelik ve doğum konusunda o kadar çok okudum ki, artık bebek bakımı ve eğitimi konularına bile geçiş yaptım.
Bu arada tüm süreç sorunsuz geçmedi tabii. İlkbaharda büyükçe bir kiste sahip olduğum ortaya çıktı. Sonraki aylarda daha da büyüdü. Doktorum tekrar doğum kontrol hapına başlamazsam kistin geçmeyeceğini söyledi.
Direndim ve yeni bir doktora gitmeye başladım ve bir kaç ay sonra kist geldiği gibi kendiliğinden beni terketti :) Sonrasında en az 5 senedir muzdarip olduğum baş dönmesi ve baygınlık sorunumun büyük ihtimalle yapısal bir damar darlığından kaynaklandığı ve kafamın arkasındaki damarların beynime yüzde elli düşük debiyle kan pompaladığı ve bu nedenle sürekli kan inceltici kullanmam gerektiği ortaya çıktı.
Son gelişmeler beni biraz temkinli olmaya itti. İki hafta kadar hiç gebelik bloğu okumadım :)) Sonuçta Nöroloğum gebelikte bir sorun olmayacağını söyleyince, yeniden planlarıma geri döndüm. Hatta "Acaba Aralık değil de Kasım'da mı başlasak aşkımmm?" soruma tereddütlü bir "Evet" cevabı almayı bile başardım.
Devamı yakında.....

İLKE

24 Eylül 2012 Pazartesi

Ne yazsam, ne yazsam?

Henüz tam olarak nasıl bir blog hazırlayacağım kafamda netleşmiş değil. Her şeyden önce burası benim için, tarihe not düşebileceğim bir günlük olacak. Bunun yanında, bebişe hazırlık serüvenimi, sonrasında kısmet olursa bebişli hayatımızı, hayallerimizi, planlarımızı saklayabileceğimiz bir ajanda...En çok takip ettiğim bloglar anne çocuk, gebelik, yemek ve geziyle ilgili olduğuna göre, bu da hepsinin bir karışımı olacak sanırım.
O zaman işe koyulalım :)

İLKE

22 Eylül 2012 Cumartesi

Ben Geldim!

Merhaba!
Oldum olası kendini ifade edebilmekte zorluk çekmiş biri olarak, ben de blog yazmaya başlıyorum. Haydi hayırlı olsun!
Son bir kaç senedir takip ettiğim bloglar sayesinde, bu işe oldukça özendiğimi itiraf etmeliyim. Ancak tatminsizlik huyum ve maymun iştahlılığım, beni genelde uzun soluklu girişimlerden uzak tutmuştur.
Zira, el attığım hiç bir şeyi yeterince iyi yapıyorum gibi gelmemiştir ve çabalamaktansa veda etmeyi tercih etmişimdir :)
Biliyorum. Hayıflanıp üzülmek insanı uğraş sahibi yapmıyor ve ben kendime gelip en azından yapmak istediğim şeyler listesinden bir, iki tercih yapmazsam, hayat böyle sürük gidecek.
Eskiden beri bin bir çeşit ilgi alanı olan kişilere gıpta etmişimdir. Sıradan bir "Ne var ne yok?" sorusuna onlarca yanıt sığdırabilen insanlara cevaben, "Ben de bildiğin gibiyim, iş güç..." diye cevap vermek gerçekten çok sıkıcı :) Ancak yine de içimdeki ataleti yenmeye yeterli olduğunu söyleyemeyeceğim.
Üniversiteden beri, sezonluk depresyon dönemlerimde, elime bir ajanda alıp, kendime sosyal ve kültürel aktivite listeleri yaparım. Birşeyler planlıyor olmak insanda kısa süreli bir tatmin sağlıyor ne de olsa. Bir de sonu gelse!
Her sonbaharda anneme, arkadaşlarıma, kocama "Tiyatro, opera katalogları çıktı. Alalım da planlamaya başlayalım." ya da "Bu sezon bir, iki kursa gidicem. Kayıt zamanlarını kaçırmamalıyım" hatta " Eskiden ne güzel Lösev'e, Tegv'e gidiyorduk. Başlayalım tekrar. " tarzı tipik İlke cümleleri kurarken yakalıyorum kendimi. İtiraf etmeliyim ki, baya inanıyorum kendime her defasında.
Şu anda yine sonbaharda olduğumuzu belirtmeme gerek yok sanırım :)
Ajandalar doldu taşıyor, aktiviteler, kurs, gönüllü faaliyet programları yapıldı.Haydi bakalım!
En azından artık bir bloğum var. Güzel bir başlangıç değil mi?

İLKE

Sayfalar